Ne Yazmışım

8 Kasım 2010 Pazartesi

Babanın Kanatları -ÖYKÜ

.

Mehmet Bey, Ayla Hanım ile evlendiklerinden beri hep bir erkek çocuğu olsun istiyordu. Bu ölçüsüz dileğinden endişelense de bazen Ayla Hanım; Mehmet Bey olsun da her şeye razıyım diyordu.


Yazgıları onları sevindirdi, özellikle bir erkek çocuğuna sahip olmayı isteyen babayı. O murada erdiğinden midir, Murat adını vermişti oğluna. Mutluluğu kadar sorumluluğu da ağırdı çocuk sahibi olmanın. Daha küçüklüğünden sarmıştı mesela gelecek kaygısı. Hep planlar yapıyorlardı. Sonra hastalandığında gün doğana kadar başucunda beklerler, sanki güneş doğup aydınlandığında her şey yoluna girecek gibi hissederlerdi. Zamanın ise nasıl geçtiğini hiç anlamıyorlardı..

Aradan on yıl geçmişti ki bir çocuğu daha oldu, beklentisi malum ama üzülmedi de kızının doğuşuna. Varsa yoksa oğlu idi Mehmet Bey’in yaşamını dolduran. Evde, çevresinde önceliği ve ayrıcalığı oğluna verirdi.

Neredeyse dünyayı onun etrafında döndürmesine rağmen bir terslik olduğunu düşünürdü, kendi kendiyle kaldığında. Çünkü asi, başına buyruk, bencil duygular, hırslar oğlunda o kadar belirgindi ki bu durum iyiden iyiye kendisini endişelendiriyor, sık sık yetiştirme şeklini sorguluyordu. Yanlışlığın çok sevmesinde olduğunda kabul edemiyordu. Ergenliğin başından itibaren su yüzüne çıkan kutuplaşmalarda kırıldığı da oluyordu; çocuktur, gençtir deyip avutuyorlardı kendilerini. Büyüdükçe artan zıtlıklar baba oğul arasına aşılması güç kara duvarlar örüyordu.

Kızı ise bir çiğdem gibi narin, ışıldayan gözbebekleriyle bir düğün alayı kadar neşe doluydu. Güneşi kıskandıracak bir gülüşü vardı. Özenli bir kalemden çıkmışçasına yüz hatları, yağmur damlası gibi güzelliği, eğitilmiş gibi hanımcık davranışları ve tatlı dili huzur verirdi babasının yorgun kalbine. Henüz sekiz yaşında olmasına rağmen ağabeyinin yıprattığı ailesine teselli olurdu çoğu zaman.

**

Murat’ın kısa yoldan zengin olma hayalleri vardı. Okulundaki başarısızlığı, edindiği başıboş serseri takımı arkadaşlarıyla geç vakitlere kadar ortalarda görünmüyor, eve döndüğünde merakla bekleyen anne babasıyla tartışıyordu.

O gece ileri gitmişti. Asla vuramayacağını bildiği babasının kalkan nasırlaşmış ellerinden itmiş. Yorgun, güçsüz bedenini tartaklamıştı. Düşen yıkılan gövdeye dönüp bakmadan

“Böyle zayıf, sıradan bir hayat istemiyorum. Güçlü ve zengin olacağım, okuyarak zaman harcamayacağım, bir daha da eve dönmeyeceğim” diye bağırıp kapıyı vurup çıkmıştı evden. Kopan gürültülere uyanan gözleri uykulu, ürkek, dağınık saçları yüzüne yapışmış küçük kız, pembeli pijamasıyla hızlı küçük adımlarla babasını yerden kaldırmaya çalışan annesine yardım etti minik elleriyle.

“Üzülme babacığım, canın acıyor mu..?” titrek sesiyle Mehmet Bey

“Hayır kızım. Anlaşılmayan bir geveleme ile içim çok acıdı” dedi.

Salona geçip bedenini koltuğun üzerine bıraktı. Elleri titriyordu hala.

“Burada, yanında yatabilir miyim seninle” dedi uykulu, ısrarcı ve yalvaran gözlerle

“Lütfen babacığım.” Elinden tuttu babasının; çizgileri derinleşmiş yanağından öptü. Minik bedenini babasının güvenli kucağına sığdırıp, sıkıca kucakladı ve gözlerini yumdu.

Bir süre Mehmet Bey de uykuya daldı. İçi dolu kül tablasına çarpıp devirdiğini fark etmedi.

Gecenin ilerlemiş saatinde çığlıklarla dumanlı odaya açtı adam gözlerini, nefes alışlarında ciğerleri yanıyordu. Eşinin uzakta ancak duyabileceği kadar yakınında “İmdat, yardım edin” seslerini duydu uyku sersemi. Yarı açık bir bilinçle dışarıda yükselen korkulu sesleri duyuyordu. Bir panikle toparlandı, kaçmak için kapıya doğru yönelmişti ki yerde şuursuz yatan kızını gördü. Kollarını, bacaklarını yakan alevlere aldırmadan ileri doğru atılıp küçük Buse’yi kucakladı ve hemen kendini dışarı attı.

Yalınayak, bilinçsiz koşuyordu dışarıya. Dışarıya çıktığını gören komşular Buse’yi kucağından alıp evlerine yakın olan hastaneye canhıraş yetiştirdiler. Kendi de götürülürken “Kızımı kurtarın” dan başka söz düşmedi dilinden. Yaralarını unutup kapı önüne çöktü. Etrafındaki insanların hüzünlü çaresiz bakışları önünde bitik, acısından gür sesiyle ağlıyor mu haykırıyor muydu?

Ne kadar zaman geçti bilmiyordu. Doktorun yumuşak sesinde umut sezdi, güç geldi dizlerine ayağa dikildi.

“Gözünüz aydın. Hayati tehlikeyi atlattı. Ancak, zamansız biliyorum” dedi, gözlerinin derinlerine işler gibi bakıyordu adam.

“Ama yüzü tamamen yanmış müdahale yapma kararı sizin, rakam çok yüksek yaraları böyle de iyileşir” dedi ve sustu cevap bekleyerek. Mehmet Bey, geniş kocaman kanatları olduğunu ve o an açıldığını hissetti yavrusunun üzerine…

“Ne gerekiyorsa yapın bulurum ben gereken parayı.”

Yanından bir an bile ayrılmayan kadim dostuna yöneldi. Koluna yapışıp heyecanla çekiştirdi.

“Bizim patronla konuşurum Mehmet, insaflı adamdır, ne kadar lazımsa verir.”

“Sağ ol Kemal, seni yük altına sokamam. Rıza’dan isteyeceğim.”

“Rıza? Tefeci Rıza’dan bahsediyorsan… hiç düşünme onu… Mehmet… kaç ailenin canı yandı sen de biliyorsun.”

“İçeride yanan da canımdı Kemal…”

Derhal karanlık adamların yanında aldılar soluğu, anlayıp dinlemeden tüm şartları kabul ettiler. Tek düşüncesi bir an önce hastaneye dönüp, kızı uyandığında yüzünü o halde görmeden ameliyat edilmesiydi.

***

Aradan birkaç hafta geçmiş, toparlanmaya daha önemlisi kızı iyileşmeye başlamıştı. Bunun mutluluğu içini iyi etmeye yeterdi ancak karanlık adamların sıklaşan tehditkâr ziyaretlerinden kaçamaz olmuştu. Verdikleri süre içinde parayı bulması imkânsızdı. Eşten dosttan aldıklarını Rıza’ya gönderse de bitmiyordu. Süre üstüne süre istiyor, her sürede vereceği katlanıyordu. Kabusları gündüzlerine taştı, tek çıkar yol görüyordu o da şehri bir gece terk etmek. Nereye gidebileceğinin hesaplarını yapıyordu kafasında. Verilen son günü de geçiştirdi. Çaresiz dolandığı bir gün, arkasından patlayan silah sesleri boş sokağı inletti. Kuşlar, kediler kaçıştılar. Yığıldığı yerde geriye doğru kıvrıldı, koşarak kaçan iki adam silueti gördü. Kaçarken biri duraksadı, ona doğru koşmaya başladı. Gözlerinin bu hayatta göreceği son görüntü bu olmamalıydı. Kenarlarından kan sızan dudaklarını aralayıp gülümsedi

“Oğlum!”

“Baba!”

Kucağına aldı babasının başını, parmaklarına bulaşan kana baktı dehşetle.

''Bilmiyordum, bilmiyordum…”

“Üzülme oğlum acımadı. Korkma, gir haydi kanatlarımın altına.”


Semra Arıkan 2009

Hiç yorum yok: