Ne Yazmışım

12 Kasım 2010 Cuma

Zehirli Sarmaşık

Kalbin zirvesinde dönüp dururken
Demlenir sevda

Sancılı kuşkular doğurur
Kızıl günahlar

Kanatılırken sabrın
Ateşli ocakların tırnaklarında
Tahammüllerin sınanır

Ağır bir atkı gibi boğazına
Dolanır korkular
Devleşir yutkunuşların

Dikenli bakışların kanattığı
Göğsün kıvrımlarına saklanır
Aydınlık

Nasıl da öldüremiyor ihanet kendini
Çirkin bir yara izi
Derin ve kirli

Damarlarında dolaşan sinsi duygu
İsyanlarını yeşertir


...

Sem2010-10-19

9 Kasım 2010 Salı

Kayıp Kelebek 3. bölüm ve Son bölüm

Kayıp Kelebek 3. bölüm


Hakan, arabadan inmemesini söylemişti. Zeynep her ne kadar o konuşmalara ortak olmak istese de çaresiz kabullendi. Bir süre arabanın içinde gözlerini onlara dikmiş bekledi. Hakan ın sırtı dönüktü. Geceye dönen gökyüzünün alacakaranlığına rağmen adamın ara ara ona doğru baktığını az da olsa seçebiliyordu.

Zeynep dilenci adamı ilk defa ayakta gördüğünü düşündü gerçi uzun boylu olduğunu tahmin ediyordu. Adam paltosunu gövdesinin önüne iyice kapamış, kenarlarından sıkıca tutmuştu. Saygıdan da olabilirdi hava içine işleyecek kadar soğuk değildi aslında. Merakla izlediği o birkaç dakika saatler gibi geldi Zeynep e.

Aralarında samimi bir konuşma geçtiğini hissediyordu, birazdan Hakan adamın elini tutmaktan çekinerek vedalaşır gibi elini azıcık havaya kaldırarak selamlayıp yüzünü döndü Zeynep e doğru. Zeynep bu defa Hakan ın yüzünden çözmeye çalışıyordu aralarında gecen dialoğu.

Arabaya biner binmez Zeynep

-Eee ne konuştunuz anlat hadi. Dedi

Kocaman bir kahkaha attı Hakan merakındaki sevimliliğe. – Tamam, tamam öncelikle söyleyeyim, adam hiç boş biri değil aslında dilencide sayılmaz. Sadece yoksul Ekrem miş adı. Yalnız biri kimsesi yokmuş.

-Ee.. sonra dedi Zeynep sabırsızlıkla

-Ne, e si Zeynep hepsi bu adamla toplasan yarım saat bile konuşmadık. Zeynep istemeden de olsa Hakan a hak verip sustu ama çok susamış ve sadece bir damla su içebilmiş hiç kanamamış gibi hissediyordu kendisini.

-Bir öğlen yemek ısmarlayacağım ona der demez Zeynep birden sevinçli bir şaşkınlıkla gülümsedi. Bu defa bende geleceğim ama –Tamam, tamam. Dedi Hakan az olsa Zeynep in keyiflendiğini görünce içine bir ferahlık yayıldı.

Eve döner dönmez olanları Hülya ya anlatmak için telefonu aldı eline. Tüm olan biteni bir solukta anlattı – Delirdin sen vallahi kuzum niye taktın kendi halinde gariban bir adama.

-Öyle deme Hülya sıradan biri değil başka bir şey var sanki. Hem her akşam ne anlatıyor o işaretlerle bana. Ve neden aklımdan çıkmıyor aylardır. – Peki tamam canım ama dikkatli ol. Nasıl istiyorsan yap. Miden nasıl oldu.? biraz ağrıyor diyordun. – Bilmem bu heyecandan doktor randevumu atlamışım.

O gün işe gidemedi Zeynep mide ağrısı ona uykusuz, huzursuz bir gece yaşatmıştı. Evden hiç çıkmadan ilaçlarını alıp dinlendi.


Ertesi gün işyerine gitti. Bir günlük yokluğunda işler masasına yığılmıştı. Yoğunluktan aklını işten başka bir şeye yoramadı. Birkaç gün sürmüştü bu koşturmaca , dönüş yolundaki her akşam görmeye alıştığı adam ortalarda yoktu. – Nerede bu adamcağız kaç akşamdır görmüyorum.. Bekleme yerini değiştirdi herhalde kendine yeni bir mekan edinmiş olmalı. Diye düşündü.

Aslında içi burulmuştu.

Ne olduğunu çözemediği, anlayamadığı olayları biriktirdiği bir yer vardı zihninde. Bu konu da oraya atılacaktı istemeden

Birkaç gün böyle boşlukta geçmişti ki, Perşembe akşamı iş çıkında adamı aynı yerinde gördü. Elinde olmadan heyecanlanıp kırk yıllık ahbabını görmüşcesine gülümsedi. Adam da heyecanla karşılık verdi.

Bu defa ürkmeden pencereyi aralayıp yarın akşam burada mısın ? bir şey soracaktım dedi. Adam aynı heyecanla başını hızlı hızlı birkaç defa öne arkaya kabul edercesine salladı.

Dikiz aynasından tekrar bakıp uzaklaştı. İçinde anlam veremediği bir hafiflikle..

O gece sabahı zor etti, uykusuz geçirmesine rağmen sabah kalktığında oldukça dinçti.

İşyerine girer girmez Hakan ın odasına daldı sevinçle, Hakan ın önünde duran kupadan bir duyum kahve aldı –ne oldu biliyor musun dedi. Heyecanla.

Hakan Zeynep üzerindeki mutlu havadan etkilenmiş , daha bir güzel görünmüştü gözüne aşkı depreşti, göğsünde bir yerler aydınlanmıştı sanki. Gözlerini gülümseyen yüzünden ayırmadan aynı neşeyle cevap verdi.- Bir şeyler olduğu belli görünüşünden söyle bakalım ne oldu ?

-Bizim yoldaki nöbetçimiz var ya, ışıklardaki adam.

‘Yine mi aynı konu ya ‘’ dedi Hakan mırıldanarak.

-Dinle bak, birkaç akşam görmeyince meraklandım. Dün akşamda görünce yarın akşam burada ol dedim. Konuşacağım bu akşam onunla.

Diğer ofislerden biri aceleyle Zeynep diye seslenince konuyu yarıda kesip –Akşama kimseye söz verme birlikteyiz dedi cümleye sıcak bir gülümseme katıp odadan çıkıp seslenen kişiye doğru yöneldi.

Hakan çıkışta Zeynep i bekletmemiş toparlanmıştı, sabah ki heyecanını görünce akşamı zor eder diye düşünmüştü.

Otoparkta buluşup yola çıktılar, Zeynep yine gün içindeki heyecanlı enerjisini sürdürüyor, çeşitli senaryolar uydurup anlatıyordu Hakan a ‘’bende yazar ruhu var e iyi de bir gözlemci sayılırım aslında yazsam mı hakikaten ‘’Dedi. Başıyla onayladı Hakan ‘’kesinlikle katılıyorum ‘’ dedi.

Yaklaştıkça trafik iyice sıkıştı ‘’ ne oluyor burada acaba ‘’

-Kırmızı ışıktandır belki..Dedi göremediği yöne doğru tedirginlikle bakınarak, inanmadan söylemiş gibiydi.

Öndeki araca binen adam arkasındaki araçlara bilgi vermeyi görev edinmişcesine ‘’ kaza olmuş trafik açılmaz daha, yan yola dönelim oradan çıkarız ‘’diye bağırdı.

- ne kazası ki? Ne oldu inip bakalım Hakan.

Hakan ın arabadan indiği sırada oradaki bağrışmalardan ‘’ Adam birden önüme attı kendini ‘’ diye etrafına telaşla olayı anlatan adamı duydu..

Aklından geçenden ürkerek ‘’ aman , sakın…’’ dedi usulca..

Hakan soluk soluğa arabaya binerken ’’ bizim adama çarpmışlar, hastaneye gidelim bakalım hemen’’

Şoktaydı Zeynep hastaneye kadar ağzını bıçak açmadı. Hakan ise teselli etmek ve içlerini biraz rahatlatmak için. Olay anlatılan gibi ise önemli bir şey yoktur. Dedi.

Hastane vardıklarında Hakan önden ilerleyip olayla ilgili bilgi almak için bir görevliyle konuşmaya başladı.

‘’ Durumu iyi, ağır değil, birazdan görebilirsiniz. Üzerinden kimlik falan çıkmadı, cebinden çıkanları aldık kutuda şuradaki görevliye gidin yardımcı olsun dedi. O sırada yanına yaklaşan Zeynep i kolundan tutup o yöne gittiler, durumu anlattılar görevli kutuyu çıkardı..

Zeynep kutuya aç kalmış bir sokak çocuğunun ekmeğe saldırması gibi yapıştı, gelişi güzel eliyle karıştırırken eline takılan bir anahtarlıkla bambaşka bir boyuta gitmiş gibi hissetti. Çivi gibi çakılmış, parmağına takılan anahtarlığa dehşetle gözlerini dikmiş bakıyordu.

Hakan ın ‘’ iyi misin.. neyin var.? ‘’ deyişini bile duymuyor gibiydi.

‘’Kelebek’’ dedi zoraki, sayıklar gibi. Hakan korkmuştu tavırlarından. ‘’ Sadece bir anahtarlık o dedi.

Konuşmadan anahtarlığın arkasını cevirdi. Kanadında yazılı olan ismi gösterdi.Zeynep..yazıyordu.

Hakan ‘’ Neler oluyor Zeynep’’ diye omuzlarında kavrayıp iyice sarstı. ‘’ hiç ‘’ Dedi. Kendisine bile açıklamayacağı kadar bulanmıştı zihni…’’ Çalmış olmalı, evet çalmış birinden bu anahtarlığı ‘’ dedi mırıldanarak, kendine gelir gibi..

Birden canlanan sesiyle ‘’ gidip görelim onu , neredeymiş hangi oda ? ‘’

Tarif edilen odaya doğru yürüdüler, odadan çıkan doktorla burun buruna geldiler hafiften gülümsedi ‘’ yakınlarısınız galiba meraklanmayın gayet iyi , bir iki saate kalmaz taburcu ederiz dedi.

Her ikisi de doktora teşekkür ettiler. Zeynep başka bir şey söylemeden doktorun gövdesini neredeyse iterek odaya girdi. Sedyeye yaklaştıkça gücü bitiyor gibiydi..

Arkadan gelen Hakan ın sesini derinlerden duyar gibi oldu..’’ geçmiş olsun, korkuttun bizi, oo bu ne yakışıklılık böyle tıraş , saclar falan vallahi tanıyamazdım ben seni derken, Zeynep adamla göz göze geldiği anda Hakan ın ayaklarının dibine düşüverdi.


3. bölüm sonu

Semra Arıkan  Nisan2010






Kayıp Kelebek 4. Bölüm - SON



Hakan korkuyla karışık şaşkınlıkla Zeynep i kucakladı. Bir yandan da doktora sesleniyordu. Heyecanlanıp korkan sadece Hakan değildi sedyede yatan adam da güçlükle doğrulmaya çalışırken duyulur duyulmaz Zeynep dedi, endişeli gözlerle bakıyordu.


Doktor un endişelenmeyin sadece küçük bir baygınlık yorgunluktan demesiyle derin bir soluk aldılar.

Bir süre sonra Zeynep bitkin halde gözlerini araladı. Başına yana doğru çevirir çevirmez yandaki sedyede yatan adamı gördü ‘’Allah ım bu nasıl olur..ta kendisi Ekrem ’’ diye mırıldandı güçsüzce. Adam onun ayıldığı görmüş sesini çıkarmadan bakıyordu ağır suçlu mahkum gibi. Derinlerinde bir yerleri acıyor gibiydi..Gözlerini ayırmıyordu Zeynep ten.


-Hakan

-Aa.. Canım iyi misin.? Çok korkuttun beni..Bir an durdu ve ‘’Bizi’’ diye düzeltti..Şimdi nasılsın, neden öyle oldun. Ne oldu diye farkında olmadan soru cümlelerini arka arkaya sıralıyordu.

Zeynep gözlerini adamdan ayırmadan -Beni buradan götür lütfen .Dedi. Öfkenin, kırgınlığın korkunun karıştığı bir bakış vardı gözlerinde.

-Tamam, kalkabilecek misin


-Cevap vermeden yavaşça doğrulup Hakan ın gövdesinden güç alarak kalktı, çıkarken bir defa daha dönüp gözlerini hala ayırmayan adama baktı.


Hakan Zeynep i eve götürdü ve yalnız bırakmayıp sabaha kadar başında bekledi. Hem iyi olduğunu görmek, hem neler olduğunu anlamak istiyordu.


Sabah erken uyandı Zeynep Hakan ı koltukta ona bakarken buldu. Daha iyi hissediyordu kendini.
-İyi misin.? Kalk bakalım öğlene kadar iş yok bugün seni güzel bir yere kahvaltıya götüreceğim.
-Biraz zorlayarak gülümsedi, başıyla onayladı ve hazırlanmak için kalktı.

Yeşillenip çiçeklenmeye başlamış ağaçların olduğu açık hava bir bahçede ettiler kahvaltılarını..


Dün akşam ki olanlar Hakan ın aklında takılı kalmıştı Zeynep bunun farkındaydı ve Hakan a dönüp

Biliyorum merak ediyorsun, çok çok eski bir konu ve inanılması çok zor bir şey biliyor musun Hakan ben bile henüz inanamıyorum.

Hiç konuşmadan gözlerinin içine bakıyordu Zeynep in

Bir yudum sus içip - Hakan o adamı tanıyorum yani tanıyormuşum çok eskiden.

Hakan - Aaa.. nasıl yani, nereden tanıyorsun..diyerek sözünü kesti.. Dinle..

Çok eski ve uzun bir hikaye bu. Aklım, kalbim karmakarışık şu an.

Nasıl bir tesadüf ki.. ya da belki de tesadüf değil ooff.. bilmiyorum..

Zeynep nereden başlayacağını bilemedi derin bir nefes aldı.


Tam olarak on dokuz yıl önceydi. Diye devam etti. -Ekrem le aramızda o kadar büyük bir aşk vardı ki, aslında ben öyle sanıyormuşum o zamanlar. İlk aşkımdı o benim ondan başka hiçbir şeyi görmüyor, duymuyordum. Bir süre çıktık ikimizde mutluyduk, ailelerimiz tanışmış evlilik hazırlıkları yapıyorduk. Bir gün bir sürprizi olduğunu söyledi ve o güzel kelebek şeklindeki anahtarlığı bırakmıştı avuçlarıma, çok sevinmiş ve şaşırmıştım.. Evet, küçük bir ev almıştı bize o gün nasıl mutluydum anlamam büyük bir sürprizdi benim için, imkanlarımız sınırlıydı ama çok uyguna aldım demişti.

O evden sonra daha bir sahiplendim ilişkimizi.. Arada ufak tefek sorunlarımız oluyordu ama büyütmüyorduk. O dönem düğün hazırlıklarıyla uğraşırken Ekrem de gariplikle olmaya başlamıştı yalan söylüyor bir şeyleri gizliyor gibiydi, sıkmamak adına üzerine varmıyordum.

Her gecen gün daha az vakit geçiriyorduk ama bunun işlerinden kaynaklandığını söylüyordu, ona inanıyordum onu seviyordum..


Zeynep in gözlerinden süzülen yaşlar sessiz birer çığlık gibi inmeye başladı yanaklarına. Hakan onun üzülmesine dayanamıyordu.

-Tamam sus artık. Boşver unut gitsin dedi. Nereden çıktı şimdi bu adam karşımıza durup dururken diye dişlerini sıkarak söylendi..


Zeynep etraftaki garsonlara aldırmadan sesli ağlayarak

-Nikahımıza.. Kendi nikahına gelmediii..

Akşam üstü biriyle not göndermiş. Gelmeyeceğini söylediler ama ben o gece yarısına kadar bekledim gelir diye bekledim, umutla bekledim..Günlerce aylarca bekledim diye ağlıyordu Zeynep gözlerinden boşalan yaşlar yaslandığı göğsünü ıslatıyordu Hakan ın


Hakan saclarından ellerini çekmeden usulca teselli etti, bir süre sessizliğini korudu. Usulca -Çok uzun zaman önceydi her şey geçmişte kaldı dedi.


Zeynep Hakan ın bedeninden doğrulurken elinin tersiyle sildi gözyaşlarını –Haklısın dedi..O günlere dönmeyeceğim ama senden bir şey isteyebilir miyim.

-Evet tabi ne istersen
-Nedenini bilmek istiyorum, ama onunla bir daha karşılaya gücüm yok, ben soramam. Öğrenir misin?
-Denerim, merak etme dedi.

Aradan dört gün geçmişti. Zeynep biraz durgundu kırgın bir sessizlik vardı üzerinde ama o işine ve arkadaşlarına yine aynı temposuna dönmeye gayret ediyordu..
-Alo, Hülya nasılsın ?
-İyim Hakan sen nasılsın..Geçen gün gittim şu Zeynep in Ekrem i buldum dövecektim ya neyse yine yapamadım.
- Ee öğrenebildin mi peki Zeynep in kalbini yaşamını yıkan nedeni
-Evet, kumar oynuyormuş o dönem çok fazla kaybetmiş ailesinin varlıklarını, işini. Bankalara borçlanmış falan. Düğünlerinden bir gece önce de kendilerine aldıkları evi kaybetmiş
-Amaan allahım..O yüzden gelememiş sevmediğinden değil yani. E niye kızın yoluna çıkıyor bunca zaman sonra


- Rahatsızmış, sağlık problemleri ciddiymiş öyle dedi.
- Üzüldüm, Zeynep de kahrolacak şimdi..Sevgiye bak.

- Bırak ya Hülya. Ne sevgisi. Adamın onca parası tahsili ve şu düştüğü hallere bak. Hülya bu bilgi aramızda ölene kadar sır tamam mı..Söylersek tekrar dağılır Zeynep.


-Peki ne yapalım. Sustum. Arkadaşım iyi olsun da..


Ertesi gün Hakan Zeynep in masasına bir kağıt bıraktı – Öğrendim..İşte merak ettiğin cevap burada yazılı..

-Ekrem dedi ki; Zeynep ten çok hoşlandım evet aşıktım ama evlenecek ve onunla yaşlanacak kadar değildi. Bunca yıl sonra tesadüfen karşılaştık o kadar.

Zeynep elindeki kağıdı okuduktan sonra avucunu acıtacak kadar sıktı küçüldü.Öfkeyle kasıldı yüz kasları tahmin ettiğim gibiymiş hiç sevmemiş hiç.Dedi içinden..

Kısa bir süre sonra Zeynep şehir merkezinde yeni bir eve taşındı, işe geliş gidiş güzargahı tamamen değişti.. Ve tabi o ışıklardan neredeyse hiç geçmedi..


Ekrem orada bekliyor muydu hala hiç bilmiyordu..Bilmeyecekti..


SON




Semra Arıkan  / nisan2010
















Semra Arıkan / 2010

KAYIP KELEBEK - 1.Bölüm

Saatler akşamüstünü göstermeye başladığında gökyüzüne karanlık perdeler çekilmiş gibiydi. Puslu, kışla bahar arasında kalmış bir hava insanı içine içine çekiyordu.


Yoğun ve bıktıran bir trafik, arabaların farları sabırsız sinirli gözler gibi parlıyordu caddede.

Zeynep, arabasına binerken sessizdi, arkadaşlarına yarım ağız iyi akşamlar dilemişti.

Sözlerine dikkat etmediği bir şarkı çalıyordu arabasının radyosunda.Ön camda uçuşan sileceğe sıkıştırılmış otopark fişi , iri bir kelebeğin kanatları gibiydi. Dalgındı, farkında bile değildi. Camın önünde çırpınan kağıdın.

Dönüş yolu üzerindeki ikinci trafik ışığına yavaşça yaklaşırken sağındaki kaldırıma oturmuş silüeti gördü ve her akşamki tanıdık görüntü diye geçirdi içinden.

Trafik direğinin bulunduğu yüksekçe kaldırımda saçı sakalı birbirine karışmış, başında yırtık yün bere, eski püskü bir paltoya sıkıca sarılmıştı. Üşümemek için bedenini iyice içine kapamış küçülmüştü. Parmakları açıkta eldivenler ellerinde. Kirli ve sarhoş bir görüntüsü vardı yaşlı adamın.

Zeynep, kırmızı ışıkta daha kırk beş saniye bekleyecek olmanın verdiği o boşlukta adama doğru dikti bakışlarını. Yaşlı adam da gözlerini ondan ayırmadan ona bakıyordu. Yüzündeki acımsı gülümseme ile elleriyle bazı hareketler yapıyordu. Dikkat etmemiş olsa da daha öncekilere benzer hareketler yaptığını hatırladı hayal meyal. Üzerinde durmadı kadın her zaman ki dilencilerden bu da kaldırımın müdavimi diye düşündü. Yanan yeşil ışıkla birlikte kaldırımdaki dilenciyi arkasında bırakarak uzaklaştı.


Oldukça yoğun bir gündü ve evine adımını attığında günün ağır yorgun giysisini üzerinden sıyırıp atacaktı. Hiçbir şeyi düşünmeden saçma sapan dizilerden birine dolayacaktı kendini.

Eve girer girmez elindeki çantayı portmantoya savururcasına bıraktı. Üzerini değişip pijamalarını giydi. Mutfaktan aldığı birkaç paket abur cubur yiyecekle televizyonun karşısına geçti. Ekrana bakıyordu ama sadece görüntülere. Aklı o her akşam çıkışlarında yolunun üzerindeki yaşlı adama takılmıştı. Neden hep aynı saatlerde oradaydı. kimdi, neden dileniyordu ki.? Belki de sıradan bir dilenciydi, bir şişe şarapla ısınan evsiz kimsesiz biriydi.

Kendince yorumlar yaparak bir süre zihnini yordu.

Televizyonda keyfine göre bir şey bulamamıştı. Önceki gün aldığı ve henüz bir sayfasını bile okumadığı kitabı koyduğu rafta bularak yatağına uzandı. Kitabının kapağını açtı selamlarcasına gülümsedi ilk sayfaya. Seviyordu bu yazarı, anlatımından etkileniyor, başladı mı bırakamıyordu elinden.

–uyuyana kadar. Dedi içinden uykusuna ve kendi kendine söz verir gibi.

Sabah uyandığında kitabın elinden yatağının kıyısına düşmüş olduğunu gördü. Alıp kaldığı kısma ayracını koyup kaldırdı.


Günlerden Cuma derken içindeki enerjiyle –benim günüm kötü geçemez, geçmemeli . Dedi gülümsemesi baktığı aynada çoğaldı.

Bu enerjisi gününe ve çevresine de yansıdı..Hatta çayını höpürdeterek içen Numan Bey e aldırmıyordu. En sevdiği kahve fincanını kırıp üzgün üzgün gelen mutfak görevlisine bile sağlık olsun, önemi yok dercesine göz kırptı.

Gün içinde yapılan küçük toplantılarda da pek sorun yoktu, ya da o sorun etmemişti bugün nedenini anlamadan.


Her akşam birkaç saat geç çıktığı ofisten bugün biraz erken cıkmıştı. Radyosundan yükselen bir şarkıya eşlik ediyordu. Trafik ışıklarına yaklaşıp yavaşladığında –Acaba orada mı ? diye düşündü kısa bir an. Biraz ilerleyince dün akşam bıraktığı görüntüyle adamı gördü. Bu defa adamın her akşam elleriyle yaptığı aynı hareketlere dikkatlice baktı kırmızı ışıkta beklerken. İşaret ve orta parmağını önce kendi gözlerini sonra kendisine doğru gösteriyor, ardından sağ eliyle göğsünü sol kısmına avucunu dayıyor ve sonrasında üşüdüğünü belli edercesine sıkıca kendine kapanıp küçültüyordu bedenini. Çatlamış dudaklarının kıpırtısından bir şeyler konuştuğunu anlıyordu ama duymadan.

Adama dalmış, yanan yeşil ışığı fark etmemişti, arkadaki aracın sinirli korna sesiyle aniden irkildi. Ve hızla hareket ederken dikiz aynasından adama bir süre baktı.

-Kimdi, ne anlatmaya çalışıyordu o hareketlerle , neden kendisini işaret etmişti. Nasıl bir hikayesi vardı ki, neden hep oradaydı. Nasıl oluyordu da her defasında denk geliyordu. Hep orada saatlerce duruyor olamazdı. O işaretleri herkese yapıyor olmalı bu da dilenmenin bir yolu herhalde sadece bana neden yapsın ki dedi içinden hem ürktü hem anlama veremedi aklından geçenlere.

Hafta sonuna güzel planlar yapmıştı, dolu dolu geçirecekti. Geçen gün Hülya nın dışarı çıkma ve sinema teklifini geri çevirmişti, telafi için iyi bir zaman diye düşünüp telefona yöneldi. Sinemadan sonra alış veriş yaparlar hatta zaman kalırsa yemek bile yiyebilirlerdi. Zaten Hülya ile birlikte olmaktan her zaman keyif alıyordu.


1.bölüm sonu

 
Semra Arıkan- mart 2010
 
 
 
KAYIP KELEBEK – 2



O hafta sonu Hülya, Zeynep’e geldi. Daha önce defalarca konuşup bir türlü gerçekleştiremedikleri sabah kahvaltısıyla başladılar güne. Kahvaltının ardından kahve ve gazete ile uzattılar süreyi. Açık olan televizyonda dönen magazin haberlerini kendi çevreleriyle de birleştirdiler.


Öğleden sonra hazırlanıp mağazaları gezdiler. Sevgililer Günü kampanyaları devam ettiğinden iki sevgilisiz olarak alışveriş yaptılar ve aşkı yaşayanları izlemek için vizyondaki aşk filmlerine göz atıp birinde karara varıp sinemaya girdiler.


Aşkı dalgasına katan ne varsa Hülya’nın da Zeynep’in de ilgisindeydi.Filmde aşkın zirve yaptığı sahnelerde gözyaşlarını tutamadılar. Aşktan herkesin bir hikayesi olduğu gibi onların da vardı. Kimin acısı kimden üstün veya kim aşkı gereğince yaşadı tartışılamaz tabi. Hülya; sevdiği adamı illet bir hastalığın elinden koruyamamış toprağa emanet etmişti. O aşkını öyle derinlerinde yaşatıyordu hala.


Zeynep. O ise delice severken terkedilmişti. Üstelik neden diye sorma şansını bile bulamadan. Kendine,yaşama küstüğü uzun zamanlar olmuştu . İnsanın birini yaşam boyu kaybetmenin tesellisi oluyordu da nedensiz yere kaybedişlerin cevapsızlığında yaşamanın tesellisi zor oluyordu.


Önceleri kalbinde öfke ve nefret örtüsüyle yaşamıştı. İşine, evine, arkadaşlarına sahip olduğu ne varsa yansıyordu üzerlerine. Fakat içindeki kötülüğü sürdürmenin gereksizliğini anlamış hayatı olduğu gibi kabul etmişti. Ne kadar sızlansa da bir şeyleri geriye döndüremeyeceğini öğrenmiş yarasının üzerinde dolaşarak kendine, yalnız kendine zarar verdiğini görmüştü. Bu ruh halini kendinden sıyırmak için insanlar içinde geçirdiği süreleri uzatmaya başlamıştı. Önüne gelen ‘yeni’ye dair ne varsa değerlendiriyordu. Mesleğiyle ilgili seminer ve kurslara katılıyor, sosyal kulüplere üye oluyordu. Ve bunları yaparken kendiyle daha barışık yaşıyor, çocuklar gibi egosuz davranıyordu. Aşkın kör bir tuzak olduğunu düşüncesiyle zaman zaman önüne gelen bu duygudan hep kaçıyordu.



Pazar akşamı eline kitabını alıp uzandığında güzel bir hafta sonuydu diye geçirdi aklından. Yarın koşturmaca kaldığı yerden devam edecek. Yeni pazarlama müdürüyle toplantılara girip çıkacaklar. Pazartesiyi düşünmemeye karar verdi ve satırlara bıraktığı gözlerinin ağırlaşmasına karşı koymadı.


* *

“Zeynep?”

Ertesi sabah ofisine yürürken Hakan’ın kapısı açık odasından adını duydu. Henüz tam açılamamasına rağmen bir gülümsemeyle döndü geriye. Zaten her zaman gülümseyen bir yüzü olurdu Zeynep’in.


“Günaydın Hakan”


“Günaydın, nasılsın?”

“İyiyim, teşekkür ederim. Sen nasılsın?”


“Ben de iyiyim, sağ ol! Oturmaz mısın bir kahve içelim?” Zeynep, Hakan’ın bu sabah jestine gülümseyerek karşılık verdi yine. Hem haftanın ilk gününün verdiği isteksizlik hem de hala uyku isteği yüzünden yönelmedi ofisine. Paltosunu çıkarıp sandalyenin kenarına iliştirdi. Hakan, ahizeyi kaldırıp tek numarayı tuşlayarak onun kahvesini söylemişti bile. Zeynep oturana kadar onu izledi.


“Erkencisin?”


“Sayılmaz, ben de yeni geldim. Dün hava güzeldi, eve girmedik. Yorulmuşum.”


“Biz de öyle. Hülya ile dolaştık biraz. Alış veriş, sinema derken akşamı ettik.”

“Ne güzel!”

Kahveler gelmişti, Hakan hangi filmi izlediniz diye sorar sormaz Zeynep filmi anlatmaya başlamıştı. Bütün dikkatiyle dinliyor Zeynep’in anlattığı komik sahnelere içtenlikle gülüyor arada kendi esprili yorumlarını katıyordu. Zeynep, onun kendisine olan ilgisini açıkça görüyordu, ancak onun hissettiği duygulara karşılık veremiyordu. Hakan’ı her zaman iyi bir arkadaş olarak benimsedi ve öyle sürmesini umuyordu.


Hakan ise Zeynep’le tanıştığından beri ona gizli bir aşk besliyordu. Onu tanıyanların Zeynep’in başından yakın zamanda bazı trajik olayların geçtiğini anlatması Hakan’ın kendisini istemeden geri çekmesine neden olmuştu. Zayıf zamanlarından faydalanır gibi görünüp üstüne bir de başarısız bir ilişki yaşarlarsa arkadaşları arasındaki saygınlığının kaybolmasından çekindi. Bazen duygularını su yüzüne çıkardığında Zeynep in suskun tavrından etkileniyor kaybetme korkusunun verdiği ürkeklikle susuyordu.


Zeynep’in konudan konuya atlayan sabah sohbetlerinden sonra aklına akşam evine dönerken trafik ışıklarında gördüğü adam geldi. Bunu Hakan’a anlattı. Önce bu hikayeye Zeynep’in baktığı ciddilikte bakmadı ancak iş çıkışı kendisiyle gelme önerisini geri çevirmedi.


* *

Akşam sözleştikleri saatten önce hazırlanmış olan Zeynep, Hakan’ın odasının kapısına gülümseyerek dikildi. Hakan önce Zeynep’e sonra saatine baktı.


“Evet biliyorum biraz erken ama hadi çıkalım az kaldı zaten.” dedi yüzündeki gülümsemeyi çoğaltarak


“ Peki öyle olsun iki dakika ver bana.” dedi Hakan da aynı cömert sempatik konuşmayla.


Yola çıktıklarında Hakan onunla konuşacağını, neler söyleyeceği üzerine de düşündüğünü söyledi, Zeynep için ise tanışma şeklinin pek önemi yoktu. Şu içindeki esrarlı perdeyi aralasa sanki aydınlanacaktı zihnini kurcalayan o meraklı oda.


Işıklara yaklaştığında Zeynep heyecanla seslendi.


“İşte orada, gördün mü?”


“Evet, sakin ol. Durunca tepki verecek mi bakalım? Sonra sola dönüp karşıdaki binanın yanına yanaşıp durursun.” dedi


Zeynep, söylenileni harfiyen yaptı. Arabayı durdurdu.


“Para istemezse vermeye kalkma sakın belki dilenci değildir, birinden para alırken hiç görmedim.”




İkinci Bölüm Sonu



Semra Arıkan /  mart2010



 
 
 
 

8 Kasım 2010 Pazartesi

Limandaki kadın -öykü

.
Tekne limana yanaştığında,martılar çıglık çıglıgaydı yine,bulut beyazı kanatlarını alabildiğince

açmışlar,yükseklerde kıskandırıcasına birbirleriyle dans eder gibiydiler.

Gemici demir atarken başıyla işaret etti arkadaşına yarı üzgün,yarı alaycı,acıyarak:
‘’Genc kadın yine bekliyor,bu kadar güzel bir kadınım olsa bekletmezdim’’ dedi.
Kadının zarif,narin vücudunu rüzgar tüm gücüyle ürperterek kucaklıyordu.Bulutlu
gözlerini kısarak görmeye calışıyordu,belki birkaç saniye sonra sevgiyle gülümsemeyi
özlemiş dudakları yayılacaktı yüzüne..

Endişeli bakışları,arayışları gemi iyice yaklaşıp yolcular inene kadar sürdü.Başını eğdi
daha önceki günler gibi,gözlerinden yanaklarına süzüldü yine denizden aldıgı,ve
artık göz pınarlarında tutamadığı tuzlu ,duygu yüklü su.

Yine yoktu,yine kollarını açamadı,o cok özlediği bedende kavuşturamadı ellerini,
sadece hergünkü gibi martılarla selamlaşıp,rüzgarla kucaklaşmıştı,tayfaların,yaşlı birkaç
insanın acıyan bakışlarıyla.

Oysa,birlikte ne güzel hayallerle gelmişlerdi,büyük sehrin gürültüsünden,her şeyin maddiyatla
ölcüldüğü duyguların aşkların bile şekil değiştirdiği o yerden kaçıp bu denizin kucakladıgı sehre
sığınmışlardı.Birlikte yaşlanacaklardı.Denizi seviyordu,aşkları gibi berraktı deniz.Ve sonsuz
denizi,kokusundaki iyodu içlerine çekerlerdi,hep gülüseyerek.

-Birkaç ay sonra dönecegim. Seni denize,martılara ve bu küçük aşk şehrimize emanet
ediyorum.Demişti giderken.

Bes koca yıl geçti üzerinden bu sözlerin.Emanet ettiği sehir yaşlanmış,insanları
yorulmuştu,Martılar bile cogu zaman,kenarda unutulmuş,kimsesiz acımasızca yokolmaya terkedilmiş
tekneye tüneyip alay ederlerdi,bir zamanlar yarıştıklarını anlatırlarken zavallı çürümüş tekneye..

Gün batımına kadar kaldı orada,birkaç balıkçı ve onların kurdugu eğreti içki masalarının arasından
geçerken kendilerince mırıldandıkları bir şarkı içini acıttı.

Tekneden inen onca insan nereye gitmişti bir anda hepsinin bir bekleyini,vardı demek,şu an özlem
ateşini söndürüyorlardı belki tenlerindeki,kalplarindeki.

Dahada agırlaştı sanki vücudu yürürken,yıldızlar sokak lambaları gibi aydınlattı alaca karanlıgını,birkaç
sokak kedisi kılavuzluk etti,yalnızlığına.

Evine dogru yürürken uzaktan baktı,deniz rengi maviye boyamışlardı evlerini,bahçesine erguvanlar
dikmişlerdi birlikte toprakla oynayarak,gülüşerek. Duvara sarılmış selluka,evlerine sımsıkı dolamıştı
kollarını aşklarını korumak ister gibi..

Eve girdi,buz gibiyidi.Büyük umutlarla geldiği bu şehirde işte yapayalnızdı.Odalarına göz
gezdirdi,yatak odasına gecerken.Yosun kokusu sinmişti üzerine,sevgilisi için giydiği elbiseyi
cıkardı,dalga dalga saclarını bugünde rüzgar okşamıştı,yatagına uzandı,ruhu da terk etmiş bedenini
yatağa bıraktı,bilinçsizce.

Teni sevgisinin özlemiyle yanıyor,kalbi sızlıyordu.Gözlerini kapadı martıların çıglıklarıyla eşlik ettiği
geceleri düşündü,sevdiği adamın deniz tadı terini,okyanus mavisi gözlerini özlemişti.Şimdi ise
üşüyordu,dolayarak çarşafa vücudunu,bu nemli şehirde küf tutmuş anılarıyla uykuya daldı.

Sabah erkenden uyandı,bu liman kentinde güneşin doguşu,batışını kıskandıracak kadar güzel
olurdu,sevgilisiyle hep gittiği kayalıklara koştu.Güneşle birlikte
doğmak için yeniden.Yalnızlıgına güneşi ortak etti,çoğu zamanlarda yaptığı gibi.

‘’Hoş geldin’’ dedi,güneşin parlayan yüzüne.Zoraki gülümseme ile.

‘’Biliyormusun bu sabah seni son karşılayışım,gidiyorum artık bu şehirden,hergün acıyla
beklemekten yorgun düştüm,yaralarım kapanmıyor artık,gitmeliyim,sana veda etmeye geldim dedi.

Sabah kalktıgında karar vermişti,bavulu hazırladı,cok uzun seneler gecti unutuldum diye
geciriyordu içinden.Sıradan bir şeyler giyindi,beş yılı gecmişti bu sehre hapsedilmiş bir mahkum gibi
çeltik atarak,hergün yenilediği umuduyla beklemişti,martıların balıkçıların şahitliğinde..


Çantasını aldı,kapıyı cekmeden son defa baktı evinin içine,kapının tokmagına sevdiği adamın eli
degmeyeli cok zaman olmuştu, buz gibiydi kalbi gibi.Sokaktaki kedilere yiyecek bir şeyler
bıraktı,bahcedeki erguvanlara su verdi.Birlikte diktikleri minik fidan boylu bir agac olmuştu,dudaklarını
degdirdi erguvanın gövdesinden fışkıran çicekleri öptü usulca.’’unutulduk bu sehirde’’ dedi

usulca,sitemle

Doğruldu,hızlı ama telaşsız dar sokaklardan gecti,egri büğrü taşlarına hüzünle basarak
yürüdü,balıkçıya ,ıvır zıvır satan yaşlı kadına dönecekmiş gibi eliyle veda ederek uzaklaştı,limana
vardı,bir süre bekledi,oturdu yüregi gibi eskimiş bir bankın üzerinde,denize baktı dertleşti son
defa,vedalaştı.

–Gidecegim sehirde seni görebilmek artık cok zor dedi, deniz cevaplar gibi kıyıya vuruyordu kendini
küçük dalgacıklar yaparak.Gün bitmek üzere idi artık.

Hep gelişini umutla beklediği tekneye bu defa kendi binmişti,martıların çıglıklarıyla,deniz,liman
lambası,oturup beklediği eski bank,unutulmuş tekne kalıntısı yolcu ediyorlardı.Dönüp son kez,baktı
bulutlu gözleriyle ,güneş batıyordu,ama neden bu defa batarken kırmızımsı aşk elbiselerini
giymemişti,hüzün renklerine bürünmüş batıyordu.göz yaşlarını bıraktı son defa denizin dalgalarına.

‘’Beni unutmayın vefasız sevgili gibi’’ diyebildi dudagı titreyerek,rüzgar her zamanki sehvetiyle
kucaklamadı,yumusak dokunarak ugurladı.uzaklaşarak gözden kaybolmaya başladıklarında.

Limana yeni bir gemi yanaşmış,yolcular arasından,eski tanıdık bir adam indi yılların özlem yükü
ile bekleyenini arar gibi deniz gözleriyle etrafına bakındı,yosun kokan adam.
Ve
Yasa bürünmüş akşam karanlıgı,sehri esir almıştı,rüzgarın ve martıların hüzünlü sessizliğiyle….



Semra A.

28,01,08

Acının Doğurduğu Şizofren Umut

Esin, çalıştığı dergiye hazırlayacağı ayın röportajı için, tanınmış ve başarılı doktorlardan biri olan Ümit Bey ile görüşmek üzere o gün hastaneye gelmişti.


Biraz heyecanlı hissediyordu kendisini, önemsiyordu bu işi.

Hastaneye vardığında önce etrafı dolaşıp gözlemlemek sonra da doktorla yazısı üzerine sohbet etmeyi planlamıştı.

Planladığı gibi de oldu. Doktorla birlikte sessiz bembeyaz koridorlardan geçerken etrafında gözüne ilişen her görüntüde birkaç saniye kalıyordu.


Kalabalık ama sessiz, telaşlı ama sakin bir ortamdı. Etrafında bir hareketlilik vardı da gürültüsüzdü. Parmak uçlarında yürüyor, birilerini ürkütmekten çekinir gibiydi.


Esin'in pencere kenarındaki adam dikkatini çekti. Yaşlı, eski bir liman gibi bekliyordu yola diktiği fersiz gözlerinde solgun bakışları vardı.

-İşte böyle küçük hanım dedi. Doktor

Doktor Ümit kırkbeş yaşlarında uzun boylu, saçları kalın telli ve tümü grimsi beyazdı. Dalında oldukça başarılı biriydi.

-Size küçükhanım dedim ama. Dedi. Doktor aslında soru olmayan bir cümleyle, yanıt bekler gibi. Esin itirazı olmasına rağmen.

-Önemli değil. Dedi. Nezaketen

Sessiz küçük adımlarla ilerliyorlar arada soruları cevaplıyordu doktor, dikkatli bakışları sürekli etraftaydı. Esin insan üstü sabrına hayran kalmıştı o saatlerde şahit olduğu kadarıyla.

Esin, bir yandan onu can kulağıyla dinlerken diğer yandan odaların içindeki hayatlara anlık senaryolar kurguluyordu zihninde.

Birden yollarını kırk yaşlarında görünen ama nedense daha genç olduğunu tahmin ettiği bir kadın kesti. Çökmüş omuzlarından düşmüş siyah bir hırkanın ucunu çekiştiriyor bir yandan da yorgun ama sevinçli bir ses tonuyla.

Doktorun koluna yapışıp

-Geldi.. Mektubum geldi.Dedi. Heyecanla.

Küçük solgun mumlar yanıyor gibiydi gözbebeklerinde, çenesinden boynunun altına kadar uzanan derin çizgi şeklinde yara izleri vardı.

Esin bir an irkildi. Doktor ise gayet soğuk kanlı ve sevecen bir gülümseme ile

-Öyle mi ne güzel bir haber bu.

-Evet. Dedi. Kadın yerinde duramıyor, sanki yüzünde yıllardır acı barındırmış gibiydi hatları.

Doktorun önlüğünden çekiştirip bayram yerine koşan bir çocuk heyecanıyla, odasına sürüklemeye çalışıyordu. İtiraz etmedi doktor da yadırgamadığı tepkisine.

Başıyla, gel der gibi işaret etti. Şaşkın bakan Esin e
hiç ses çıkarmadan takip etti onları.

Doktoru odasındaki koltuğa oturttu kadın. Avucundaki kağıdı elleri titreyerek açmaya çalışıyordu. Esin’e o an da ayıracak zamanı yokmuş gibi ilgisizdi kadın. Sonra doktorla yalnız olmadıklarını yeni fark etmiş gibi başını Esin’e doğru çevirip küçük bir gülümsemeyi feda eder gibi ödünç bıraktı gözlerine.

-Eşimden geliyor dedi. Kısaca ona bir şeyler anlatmakla kaybedeceği zamanı kıskanır gibi.

-Dinle bak ne diyor doktor. Artık çocuklar tamamen iyileşmişler hatta onları kreşe götürüyormuş.

Gözyaşları indi, bakışlarını doktorun sevecen yüzünden alıp duygularını anlamasını ister gibi

Esin'e baktı. Kurumuş dudaklarına zoraki bir gülümseme ekleyerek.

-Üç yaşındalar, yavrularım benim. İkizler biliyor musun dedi Esin’nin nutku tutulmuştu. Hiçbir tepki veremiyor, gözlerini kadından ayırmıyordu.

Doktora dönüp devam etti.

-Uzun yazamamış vakti olmuyormuş gelecekmiş belki yakında, kesin değil diyor ama bakalım, ben yine de bekleyim onları aniden gelmeye karar verirlerse, ya da ben yakında iyileşir yanlarına giderim dedi. Gözlerinden inen yaşları avucunun içiyle silerek

-Dimi doktor ? Yakında belki dimi .? Dedi.

-Olabilir tabi Canan . Dedi. Yavaşça doğruldu , elini omzuna koyarak

-Belki de çok yakında dedi. Umutlu bir cevaptı bu Canan için.

Canan bu arada zarfı bir hazineyi herkesten kaçırır gibi saklayarak katlatıp hırkasının cebine sokuşturdu elini çıkarmadı cebinden, kağıt parçasına yapışmış gibi tutuyordu.

-Ben bahçeye çıkıp hava alayım, bir daha okuyayım dedi. Kendince bir güçle hızlanıp yanlarından ayrıldı.

Esin ne olduğunu anlamamış ama içine kocaman bir sıkıntı oturmuştu. Doktor şaşkınlığını anlamıştı. İçine derin bir nefes çekerek.

-Çok acı bir hikaye bu dedi. Esin in göğüs kafesi daralmış, nefesini hissetmiyor gibiydi. Gözlerini doktordan ayırmıyordu.

-17 Ağustos deprem felaketini hatırlıyorsunuz değil mi ?

-Unutulmadı ki , hatırlayalım, faciaydı. Dedi sesi kederli çıktı.

-İşte o deprem Canan’ın iki çocuğunu ve eşini kopardı onun hayatından. O gece dışarı kaçma şansı olamamış çocuklarını kucaklayıp boş bulduğu kendince güvenli yerlere saklanmaya çalışmış. Nereye kaçsa o acımasız gürültülü sarsıntıya yakalanıyormuş, sığındığı bir boşlukta buldular Canan ı , ama o korku ve şoktan çocuklarını o kadar sıkmış ve üzerine bastırmış ki, çocuklar nefes alamamış, can havliyle çırpındıkça elleriyle boynunu tırmalamışlar bir soluk için

Esin gözyaşlarını saklamıyordu. Gözbebeklerinin meydanında kocaman bir ateş yanıyor gibi hissediyordu.

-Aman tanrım, ne büyük, ne ölçüsüz bir acı dedi. Zor çıktı kelimeler ağzından.

-Çıkardıklarında kendisi de şoktaymış eşi bulamamış, bugüne kadar haber almadık kendisinden. Her türlü tedaviyi reddediyor bir türlü kabullenmiyordu.. İyi göründüğüne bakmayın, değil dedi.

-Ee.. mektup dedi şaşkınla, sonrasında çok ta anlamı olmadığını düşünerek.

-O mektup yeni geldiği haftalarda bir hemşire arkadaşımızın düşüncesi, onun mutlu olması için yazdığı birkaç kelime iki yıldır aynı mektubu hep yeni geldi zannedip sevinçle koşuyor okuyor, en azından gündüzleri huzurlu ve mutlu. Gecenin karanlığı indiğinde Canan için kabus oluyor.

-Gözyaşlarına hakim olamıyor, sürekli kendini sıkmak istercesine dudağını ısırıyordu, burnu kızarmış gözleri şişmişti Esin in.

Doktor Esin i teselli etmeyi düşünmedi. Kendinin bile içi bunca zamandır nasırlaşmamıştı, acısı.

-Ama ya gerçek. Bir gün öğrenecek. Dedi. Esin bir çıkış kapısı arayan cümleler kuruyordu ışıksız olduğunu tahmin ederek.

Doktor bakışlarını bahçede kendi kendine gülümseyen elindeki kağıt parçasını göğsüne bastıran Canan a dikerek derin ve sıkıntılı bir nefes çekti. Maalesef bunu öğrenecek kadar ömrü olmayacak dedi.

Esin artık dayanamayacağını anlayıp gözlerini yüzünü telaşla sildi.

-Doktor Bey bağışlayın, röportaja sonraki gün gelip devam etsek, kendimi iyi hissetmiyorum.Dedi
-İyi misiniz ?
-Eh işte ne kadar olunursa bu durum karsında.
-Peki o zaman başka gün devam ederiz dedi.

Tokalaşıp ayrılırken bir daha oraya gelebilecek gücü olmayacağını düşünüyordu. Ayaklarına beton dökülmüş gibiydi, yürümekte zorlanıyordu.

Dışardan koşar adım bir kadın Esin in takatsizleşen omzuna çarparak içeriye girdi.

-Doktor Bey, Doktor.. yeni bir mektup geldi. Çabuk gelin.

Esin bahçeye zor attı kendini. Kenarda bir taşın üzerine bıraktı külçeleşen bedenini..



Semra Arıkan -eylül2009

Babanın Kanatları -ÖYKÜ

.

Mehmet Bey, Ayla Hanım ile evlendiklerinden beri hep bir erkek çocuğu olsun istiyordu. Bu ölçüsüz dileğinden endişelense de bazen Ayla Hanım; Mehmet Bey olsun da her şeye razıyım diyordu.


Yazgıları onları sevindirdi, özellikle bir erkek çocuğuna sahip olmayı isteyen babayı. O murada erdiğinden midir, Murat adını vermişti oğluna. Mutluluğu kadar sorumluluğu da ağırdı çocuk sahibi olmanın. Daha küçüklüğünden sarmıştı mesela gelecek kaygısı. Hep planlar yapıyorlardı. Sonra hastalandığında gün doğana kadar başucunda beklerler, sanki güneş doğup aydınlandığında her şey yoluna girecek gibi hissederlerdi. Zamanın ise nasıl geçtiğini hiç anlamıyorlardı..

Aradan on yıl geçmişti ki bir çocuğu daha oldu, beklentisi malum ama üzülmedi de kızının doğuşuna. Varsa yoksa oğlu idi Mehmet Bey’in yaşamını dolduran. Evde, çevresinde önceliği ve ayrıcalığı oğluna verirdi.

Neredeyse dünyayı onun etrafında döndürmesine rağmen bir terslik olduğunu düşünürdü, kendi kendiyle kaldığında. Çünkü asi, başına buyruk, bencil duygular, hırslar oğlunda o kadar belirgindi ki bu durum iyiden iyiye kendisini endişelendiriyor, sık sık yetiştirme şeklini sorguluyordu. Yanlışlığın çok sevmesinde olduğunda kabul edemiyordu. Ergenliğin başından itibaren su yüzüne çıkan kutuplaşmalarda kırıldığı da oluyordu; çocuktur, gençtir deyip avutuyorlardı kendilerini. Büyüdükçe artan zıtlıklar baba oğul arasına aşılması güç kara duvarlar örüyordu.

Kızı ise bir çiğdem gibi narin, ışıldayan gözbebekleriyle bir düğün alayı kadar neşe doluydu. Güneşi kıskandıracak bir gülüşü vardı. Özenli bir kalemden çıkmışçasına yüz hatları, yağmur damlası gibi güzelliği, eğitilmiş gibi hanımcık davranışları ve tatlı dili huzur verirdi babasının yorgun kalbine. Henüz sekiz yaşında olmasına rağmen ağabeyinin yıprattığı ailesine teselli olurdu çoğu zaman.

**

Murat’ın kısa yoldan zengin olma hayalleri vardı. Okulundaki başarısızlığı, edindiği başıboş serseri takımı arkadaşlarıyla geç vakitlere kadar ortalarda görünmüyor, eve döndüğünde merakla bekleyen anne babasıyla tartışıyordu.

O gece ileri gitmişti. Asla vuramayacağını bildiği babasının kalkan nasırlaşmış ellerinden itmiş. Yorgun, güçsüz bedenini tartaklamıştı. Düşen yıkılan gövdeye dönüp bakmadan

“Böyle zayıf, sıradan bir hayat istemiyorum. Güçlü ve zengin olacağım, okuyarak zaman harcamayacağım, bir daha da eve dönmeyeceğim” diye bağırıp kapıyı vurup çıkmıştı evden. Kopan gürültülere uyanan gözleri uykulu, ürkek, dağınık saçları yüzüne yapışmış küçük kız, pembeli pijamasıyla hızlı küçük adımlarla babasını yerden kaldırmaya çalışan annesine yardım etti minik elleriyle.

“Üzülme babacığım, canın acıyor mu..?” titrek sesiyle Mehmet Bey

“Hayır kızım. Anlaşılmayan bir geveleme ile içim çok acıdı” dedi.

Salona geçip bedenini koltuğun üzerine bıraktı. Elleri titriyordu hala.

“Burada, yanında yatabilir miyim seninle” dedi uykulu, ısrarcı ve yalvaran gözlerle

“Lütfen babacığım.” Elinden tuttu babasının; çizgileri derinleşmiş yanağından öptü. Minik bedenini babasının güvenli kucağına sığdırıp, sıkıca kucakladı ve gözlerini yumdu.

Bir süre Mehmet Bey de uykuya daldı. İçi dolu kül tablasına çarpıp devirdiğini fark etmedi.

Gecenin ilerlemiş saatinde çığlıklarla dumanlı odaya açtı adam gözlerini, nefes alışlarında ciğerleri yanıyordu. Eşinin uzakta ancak duyabileceği kadar yakınında “İmdat, yardım edin” seslerini duydu uyku sersemi. Yarı açık bir bilinçle dışarıda yükselen korkulu sesleri duyuyordu. Bir panikle toparlandı, kaçmak için kapıya doğru yönelmişti ki yerde şuursuz yatan kızını gördü. Kollarını, bacaklarını yakan alevlere aldırmadan ileri doğru atılıp küçük Buse’yi kucakladı ve hemen kendini dışarı attı.

Yalınayak, bilinçsiz koşuyordu dışarıya. Dışarıya çıktığını gören komşular Buse’yi kucağından alıp evlerine yakın olan hastaneye canhıraş yetiştirdiler. Kendi de götürülürken “Kızımı kurtarın” dan başka söz düşmedi dilinden. Yaralarını unutup kapı önüne çöktü. Etrafındaki insanların hüzünlü çaresiz bakışları önünde bitik, acısından gür sesiyle ağlıyor mu haykırıyor muydu?

Ne kadar zaman geçti bilmiyordu. Doktorun yumuşak sesinde umut sezdi, güç geldi dizlerine ayağa dikildi.

“Gözünüz aydın. Hayati tehlikeyi atlattı. Ancak, zamansız biliyorum” dedi, gözlerinin derinlerine işler gibi bakıyordu adam.

“Ama yüzü tamamen yanmış müdahale yapma kararı sizin, rakam çok yüksek yaraları böyle de iyileşir” dedi ve sustu cevap bekleyerek. Mehmet Bey, geniş kocaman kanatları olduğunu ve o an açıldığını hissetti yavrusunun üzerine…

“Ne gerekiyorsa yapın bulurum ben gereken parayı.”

Yanından bir an bile ayrılmayan kadim dostuna yöneldi. Koluna yapışıp heyecanla çekiştirdi.

“Bizim patronla konuşurum Mehmet, insaflı adamdır, ne kadar lazımsa verir.”

“Sağ ol Kemal, seni yük altına sokamam. Rıza’dan isteyeceğim.”

“Rıza? Tefeci Rıza’dan bahsediyorsan… hiç düşünme onu… Mehmet… kaç ailenin canı yandı sen de biliyorsun.”

“İçeride yanan da canımdı Kemal…”

Derhal karanlık adamların yanında aldılar soluğu, anlayıp dinlemeden tüm şartları kabul ettiler. Tek düşüncesi bir an önce hastaneye dönüp, kızı uyandığında yüzünü o halde görmeden ameliyat edilmesiydi.

***

Aradan birkaç hafta geçmiş, toparlanmaya daha önemlisi kızı iyileşmeye başlamıştı. Bunun mutluluğu içini iyi etmeye yeterdi ancak karanlık adamların sıklaşan tehditkâr ziyaretlerinden kaçamaz olmuştu. Verdikleri süre içinde parayı bulması imkânsızdı. Eşten dosttan aldıklarını Rıza’ya gönderse de bitmiyordu. Süre üstüne süre istiyor, her sürede vereceği katlanıyordu. Kabusları gündüzlerine taştı, tek çıkar yol görüyordu o da şehri bir gece terk etmek. Nereye gidebileceğinin hesaplarını yapıyordu kafasında. Verilen son günü de geçiştirdi. Çaresiz dolandığı bir gün, arkasından patlayan silah sesleri boş sokağı inletti. Kuşlar, kediler kaçıştılar. Yığıldığı yerde geriye doğru kıvrıldı, koşarak kaçan iki adam silueti gördü. Kaçarken biri duraksadı, ona doğru koşmaya başladı. Gözlerinin bu hayatta göreceği son görüntü bu olmamalıydı. Kenarlarından kan sızan dudaklarını aralayıp gülümsedi

“Oğlum!”

“Baba!”

Kucağına aldı babasının başını, parmaklarına bulaşan kana baktı dehşetle.

''Bilmiyordum, bilmiyordum…”

“Üzülme oğlum acımadı. Korkma, gir haydi kanatlarımın altına.”


Semra Arıkan 2009

Bir Ömürlük An /lar ÖYKÜ

.

Emel o öğleden sonra işe gitmedi, mağazasını açmadı. Mutluluğu rengarenk giysilerde arayan çoğu kadın müşterisine bugün kendisi satmayacaktı paketlediği elbiselere dolaşmış mutluluğu.
Yanında çalışan kıza haber vermişti gelmeyeceğini.

Ahmet le buluşup, laflamak, boşa geçirmek istediği zamana, onu da ortak etmekti niyeti.

Telefonlaşıp, buluştular

Kahve içtiler, denize bakarak zaten cok seviyordu maviyi gökyüzüne, denize hayranlığı buradandı.

-Akşam devam edelim. Balık beyaz şarap ikilisiyle dedi Ahmet. Bu teklife bayıldı.

Ev için aldıkları birkaç parça eşyayı eve bırakmak için eve uğradıklarında, kuzenleriyle karşılaştı Ahmet.

Ev ahalisini ziyarete gelmişlerdi. Sürpriz olmuştu bu karşılaşma, sevincinden onlarıda akşam yemeğine davet etti..

Sonradan değişen programa memnun olmayan Emel ses çıkarmadı. Buluşacakları restauranta geldiklerinde diğerleri henüz gelmemişti. Tam ağzını açıp söylenecekti ki sürü sepet geldiler, üstelik hiç hoşlanmadığı birini de yanlarına alarak.

Ahmet halinden memnun sevinçle karşılıyor, gürültü patırtı içinde yerleşiyorlardı yerlerine.

Emel, çantasını ceketini bir hareketle alıp yerinden fırladı.

- Ben de kalkıyordum zaten. Deyip

Kararlı sert adımlarla azalarak duyulan topuk seslerini geride bırakarak uzaklaştı.

Hemen ilk vapura bindi.
Son anda yetişti peşinden Ahmet. Sessizce bir süre durdular.
Emel yüzünü hafif esen rüzgara vermiş, saçlarının uçuşurken ki anın tadını çıkarıyordu.

Konuşmak istemiyordu, sonra birden

-Hep böyle yapıyorsunuz, annem de sen de, her zaman önceliğiniz benden başkaları, önem verdiğiniz onların değerleri.

Cevap vermeyen Ahmet sadece bakıyordu. Sesi arada yükseliyordu konuşurken.

O sırada yaşlı bir adamcağız yaklaştı, üstü başı hırpani, dilenci değildi. Yoksul görünüşlüydü. Yanında beş yaşlarında bir erkek çocuğu yanakları kızarmış, saçları, eli yüzü kirliydi.

Yaşlı adam, çocuğu hafiften önüne doğru iterken,

- Toka alır mısınız ? dedi

Anlaşılmaz, dilenir ya da yalvarır bir ifade yüzünde.

Kısa bir süre öylece bakıştılar, dalgınlıkla

- Kimsesi yok zavallı çocuğun... dediğini duyar gibi olmuştu ki

Vapur iskeleye yanaşmış insanlar birden sel gibi akmaya başladı yanlarından, Çocuk bacaklarına doladığı koluyla dibinde ama yaşlı adam yok olmuştu.

Öylece şaşkın bakakaldı. Çocuğun kocaman gözlerinde yaşlar birikmişti..

Elinden tutup kalabalığın içinde telaşla yaşlı adamı arıyor, sağa sola cevap alamayacağını bildiği halde yaşlı adamı soruyordu. Kalabalığın boşalmasını beklerken görünebilecek açıklık yerde beklediler yaşlı adamı görebilmek ümidiyle..

Ama yaşlı adamdan iz yok.

Güvenliğe yaklaştı durumu anlattı, daha doğrusu anlatmakta güçlük çekti.

Memurun şüpheli bakışları kadının üzerinde gezdi, tüm detaylarını inceledi, sonra çocuğa bakınca Emel in her zaman ki şıklığına yakıştıramadı ufaklığın görüntüsünü. Görüntüde tuhaflık olduğunu sezince ikna olmuş gibi başını salladı soğuk bir ifadeyle.

-Böyle buyrun bazı evrakları doldurmalıyız.

-Kimliğiniz için gözbebeği taraması yapacağız.

- Göz taraması mı ?

-Evet
-Nasıl yani, bu nasıl iş.. İşte kimlik bilgilerim anlamıyorum, ne taramasından bahsediyorsunuz..??
-Hanımefendi. Diye yılışık ukala bir seslenişle başladı cümlesine memur
-Bu yeni bir sistem kayıp çocuk diyorsunuz bazı tespitler için..
Şaşkındı. Bir yandan Ahmet i arıyordu gözlerine telaş iyice yayılmış halde.
Cocuk minicik parmaklarıyla sıkıca tutuyordu elini.

-Peki, ne yapmam gerekiyor.
-Cihaza başınızı dayayın lütfen.
Denileni çaresice yaptı. Bir tuhaflık vardı çözemediği.

Memur düğmeye bastı.

-Tamam, bir saniye çıktıyı alalım.
Kısa bir süre sonra elinde kağıtlarla geldi görevli.
-Bayan, çıktıda bir gariplik var sizin bir rahatsızlığınız var mı?
- Yo , hayır nerden çıkarıyorsunuz, ne diyorsunuz.
-Bir kitle görünüyor iyi olmadığını düşünüyorum, mutlaka bir doktora gitmelisiniz.
-Ne kitlesi siz deli misiniz, doktor musunuz. Neler söylüyorsunuz ??

Elini bırakmayan çocuk bu hararetli tartışmadan ürkmüş gibi arkasına dolandı Emel in.

Sinirli sinirli memurun elindeki kağıtları aldı. Nereden girdiğini hatırlamaya çalışıyordu bir yandan hızlı hızlı vurarak adımlarını ilerliyor, çocuğu unutmuş, peşinden sürüklüyordu bilinçsizce.

Koridorun birine girdi. Kapılarda idari bina olduğunu gösteren üst düzey unvan ve isimler yazıyordu.
Soğuk sevimsiz bir koridordu.
İsimsiz çıkış olduğunu düşündüğü kapıya yöneldi.


Buz gibi kapı tokmağına asıldı ince parmaklarıyla kapı açılır açılmaz burnunun dibinde bir adam belirdi. İrkildi. Küçük bir adım geriye attı sağ bacağını.

Orta yaşlarda denilebilirdi adam. Gülümsedi, bakışlarında sinsi bir ıslaklıkla…

Hızlıca durumu izah etti, sinirli cümleler kurarak aklı karmakarışık olmuştu..

-Anlıyorum.. Ana çıkış kapısı bu saatte kitlenmiş olmalı buradan çıkalım. Ben de çıkıyordum zaten. Birkaç saniye durun ceketimi alayım dedi.

Emel, başıyla onayladı. Göz ucuyla odanın içinde gezdirdi bakışlarını dağınık evraklar ve hemen yanındaki koltukta bir kadın hırkası gözüne ilişti, üzerinde birkaç tel saç sarışın dalgalı, kadın saçı..

Adam oturması için eliyle işaret etti, nazikçe
-Lütfen oturun , odam dağınık kusura bakmayın.
-Hayır, teşekkür ederim.Ayakta kalsam daha iyi..

O ayakta kaldığı birkaç dakika içinde beyninde fırtınalar kopuyordu sanki, ne işi vardı burada ne arıyordu, kim bunlar..??

Adam ona doğru yürüyünce, Emel de kapıya yöneldi.

Cesaretinden dolayı şaşırdığı adam beline dokunmuş onu yönlendirmeye çalışıyordu. Sıyrıldı adamın dokunuşundan rahatsız olduğunu belli ederek.
Az önce arkasındaki çocuk yoktu, birden şok oldu..

-Çocuk nerde??
- Şimdi buradaydı..Panikledi. Ağlamaklı konuşuyordu..

Adam soğukkanlı bir ses tonuyla
-Gelin oturun şu koltuğa.Dedi

Kendini tükenmiş hissediyordu. Koltuğa yığılır gibi oturdu farkında olmadığı detaylara adamın gözleri kilitleniyordu..

Eteği sıyrılan bacağına elini koydu adam..
Bluzunun düğmelerini açmaya çalışıyordu..
-Ne yapıyorsunuz siz? Manyak mısınız? Bırakın beni.
-Rahat nefes almalıyınız.Dedi adam

Her geçen saniye adam üzerine abanıyor, Kadın neredeyse çırpınıyordu..
Adamın tavırları sertleşmiş, konuşmuyor, sürekli üzerindeki giysilere asılıyordu..

Kadın kan ter içinde çığlık atıp, yardım istemeye çalışıyordu.. Bir türlü kendini toparlayıp kaçamıyordu..
omzundan dürtüyordu sürekli, itip kakıyor gibi..
Sanise kadar bir süre sessiz bir kuyuya düşmüş gibi oldu.. Duruldu zihni.. Bedeni..
- Emel..
- Emel..
- İyi misin canım..? Uyan hadi..
- Ne zaman uyudun kaldın sen burada..

Kalbi göğsünden çıkacak gibi çıldırmışcasına atıyordu, solukları yarışmıştı sanki.

Gözlerini araladı…
-Neredeyim..?
-neler oluyor..? diyebildi anlamsız sayıklar gibi korkuyla bakınıyordu etrafa
-Benim Ahmet..!!
-Evdeyiz.Akşam yemeğe gidecektik, başım ağrıyor, Bir saat uzanayım dedin.Merak ettim seni geldiğimde sayıklıyor, çırpınıyor gibiydin.

Emel, birdenbire hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı..Ahmet e sıkıca sarılarak.

Ahmet te onu korumak istercesine sıkıca tuttu sarsılan ince bedenini, küçük küçük öptü.
-Geçti artık
-Geçti..
-Yarın doktora gidelim.Bir sağlık kontrolünden geçeyim. Dedi usulca içini çekerken.
-Peki, tamam gideriz.

…..

Semra Arıkan SUBAT09